Psikolojiye göre birinin duygusal olarak hiç büyümediğini gösteren 6 işaret

Hepimiz tanırız: kırk yaşında olmasına rağmen ilk eleştiride ergen gibi patlayan iş arkadaşını. Ya da otuz beş yaşına basmış ama hayatındaki her aksiliğin sorumluluğunu başkalarına yıkan o kişiyi. Kimlik kartında yetişkin yazan ama duygu ve ilişki yönetimi söz konusu olduğunda ortaokul çağında kalmış gibi davranan insanlar. Rahatsız edici gerçek şu: fiziksel olarak büyümek, duygusal olgunluğu hiç garanti etmiyor.

Modern psikoloji bu olguyu giderek daha fazla mercek altına alıyor çünkü sonuçları devasa. Zehirli ilişkiler, mahvolmuş kariyerler, yok olmuş dostluklar: her şey bazı insanların duygusal düzeyde yetişkin gibi davranamama haliyle ilişkili olabiliyor. İşin en ilginç yanı bilim bize bunun neden olduğunu tam olarak açıklıyor.

İnsan beyni asimetrik gelişir. Duygusal kısım, korteks öncesi bölgeden çok daha erken olgunlaşır ve limbik sistem tarafından yönetilen içgüdüsel alan öne çıkar. Bu zamanlama farkı ergenlikte normaldir ama büyürken belirli duygusal becerileri öğrenemezsen bu eksikler onlarca yıl peşini bırakmaz. Sonuç mu? Elli yaşında ama on iki yaşındaki gibi tepki veren yetişkinler.

Psikologlar buna duygusal olgunlaşamama diyor ve çok belirgin özellikleri var. Hepimizin arada yaşadığı zayıf anlardan bahsetmiyoruz, her türlü ilişkiye zehir zemberek akan sabit davranış kalıplarından söz ediyoruz. Birinin duygusal olarak hiç büyümediğini gösteren altı bariz işaret neler, hadi birlikte bakalım. Hem de bunları tanımanın neden hayati öneme sahip olduğunu görelim.

Tüm Dünya Suçlu Ama Kendileri Asla

İlk alarm zili en gürültülü olanı: bu insanlar hiçbir şeyin sorumluluğunu üstlenmez. Hiç. Geç mi kaldılar? Trafik suçlu, her zaman. Proje mi batmış? Elbette ekip arkadaşları üzerlerine düşeni yapmamış. İlişki mi bitmiş? Karşı taraf anlamamış, yeterince çaba göstermemiş, gerektiği gibi değişmemiş.

Bu mekanizmaya dışsallaştırma deniyor ve aslında ilkel bir psikolojik savunma. Kendi hatalarını kabul etmek, hiçbir zaman sağlam bir ego geliştirmemiş biri için dayanılmaz bir narsistik yara açar. Bu kişilerin zihninde bir sorumluluk kabul etmek, kötü veya yanlış bir insan olmak anlamına gelir oysa sadece bir hata yapmış olmaktan ibarettir.

Duygusal açıdan olgun bir insan ise şunu diyebilir: “Bu durumda ben neyi farklı yapabilirdim?” Uçurum gibi bir fark. İnsan davranışı üzerine yapılan çalışmalar bu öz analiz yeteneğinin çocuklukta geliştiğini gösteriyor. Çocuklar hata yapmanın normal olduğunu ve hataları kabul etmenin değerlerini sorgulamadığını öğrendiklerinde bu beceri oturuyor. Bu geçiş yaşanmazsa yetişkin her sorumluluğu dışarı atmaya devam eder ve başarısızlık dolu ilişkilerin kısır döngüsüne girer.

Düşünmeden Hareket Ederler: Vahşi Batıya Hoş Geldiniz

İkinci işaret aşırı dürtüsellikle ilgili. Duygusal olarak olgunlaşmamış insanlar içgüdüyle, filtre olmadan ve sonuçları düşünmeden tepki verirler. Sinirlenmişler mi? Hemen pişman olacakları şeyler bağırırlar. İstedikleri bir şey mi görmüşler? Banka hesabı sıfır olsa bile düşünmeden alırlar. Varoluşsal sloganları şu olabilir: “Hissettim, yaptım”.

Nörobilim bu davranışı mükemmel açıklıyor. Alnın hemen arkasındaki korteks öncesi alan, dürtü kontrolü ve sonuçları öngörme yetisinin merkezi. Beynin bu bölgesi yirmi beş yaşa kadar gelişmeye devam eder ama tam işlevselliği çocukluk ve ergenlik dönemindeki duygusal öğrenmeye de bağlı. Bu gelişim bozulursa veya kişi beklemeyi ve hayal kırıklığını yönetmeyi hiç öğrenmemişse korteks öncesi alan kimsenin dinlemediği bir orkestra şefi gibi kalır.

Günlük hayatta bu zincirleme felaketlere dönüşür. Anlık öfkeyle söylenen bir kelime yüzünden tırmanan tartışmalar. Borçlara götüren kompülsif alışverişler. Rasyonel değerlendirme yerine günün moduna göre alınan iş kararları. Ve her seferinde kişi kendini şöyle savunur: “Elimde değildi, çok sinirliydum” ya da “O an doğru geldi”. Olgun bir yetişkinse duygusal olarak fazla kapıldığını fark eder ve harekete geçmeden önce sakinleşmek için zaman tanır.

Empati Başka Gezegenlerden Bir Kavram

Üçüncü işaret, belki de en yıkıcı olanı: kendini başkasının yerine koyamama. Empati sadece güzel bir sözcük veya soyut bir yetenek değil, her sağlıklı insan ilişkisinin temel yapıştırıcısı. Başkalarının duygularını algılayabilmek, kendininkinden farklı bakış açılarını anlayabilmek, dünyanın sadece kendi ihtiyaçların etrafında dönmediğini kavramak demek.

Duygusal olarak olgunlaşmamış biri kendi referanslı bir balonun içinde yaşar. Arkadaşı üzgün mü? Küçümser: “Abartıyorsun ya”. Partneri rahatsızlık dile getirmiş mi? Karşılık verir: “Benim başıma daha kötüsü geldi, sen acı çekmeyi bilmiyorsun”. Her konuşma kendine döner, başkasının her duygusu kendi yaşantısının ölçeğiyle değerlendirilir. Sonuç, etraftaki insanlar görünmez, dinlenmemiş ve geçersiz kılınmış hisseder.

Psikolojik araştırmalar empatinin çocuklukta duygusal yansıtma yoluyla inşa edildiğini kanıtladı. Çocuk ağladığında ebeveyn teselli ettiğinde, sevinç gösterdiğinde bu paylaşıldığında, duyguları isimlendirilip onaylandığında o çocuk duyguların önemli olduğunu ve başkalarının hislerinin değer taşıdığını öğreniyor. Tersine, duygusal olarak soğuk veya narsistik ortamlarda büyüyen çocuklar yetişkinliğe taşınan empati eksikliği geliştirirler. Kötülük değil bu: hiç yüzme öğrenmemiş biri gibi, o yetkinliği geliştirememişlerdir.

Bir Eleştiri mi? Savaş İlanı Gibi Algılanır

Dördüncü ayırt edici unsur: olumsuz geri bildirimlere mutlak tahammülsüzlük. Duygusal olarak olgun bir insan için yapıcı eleştiri büyüme fırsatıdır. “Haklısın, bu konuda gelişebilirim” normal ve sağlıklı bir yanıt. Duygusal gelişimde geride kalmış biri içinse her eleştiri yıkıcı bir kişisel saldırı.

Birine düşünün ki diyorsunuz: “Şu raporda birkaç hata var, kontrol eder misin?” Gayet normal bir iş talebi. Duygusal olarak olgunlaşmamış kişi savunmaya geçip patlayacak ya da kırılmış suskunluğa bürünecek ve cümleyi şöyle yorumlayacak: “Yetersizsin ve hiçbir değerin yok”. Davranışı kimlikten, performansı kişisel değerden ayıramıyor.

Duygusal zekası çocukta kalan yetişkinlere hangisi en çok uyuyor?
Eleştiriye patlıyor
Empati kuramıyor
Sürekli suçlu arıyor
Dürtüyle hareket ediyor
Asla öz eleştiri yapmıyor

Bu durum çocuklukta hata yapmanın öğrenme sürecinin parçası olduğunu kavrayamamaktan kaynaklanıyor. Belki hatanın sert cezalandırıldığı veya sevginin mükemmelliğe bağlandığı bir ortamda büyümüştür. Sonuç olarak bu insanların egosu cam gibi kırılgandır: en küçük çizik varoluşsal felaket gibi yaşanır. Geri bildirimi kendini geliştirmek için kullanmak yerine bu kişiler şiddetle reddederler, her gelişme fırsatını kaçırırlar ve kendilerini “eleştirmeye cüret edenlere” karşı kin biriktirirler.

Öz Eleştiri mi? Hiç Duymamışlar

Beşinci gösterge öncekilerle yakından bağlantılı ama ayrı ele alınmayı hak ediyor: tamamen yok olan öz eleştiri kapasitesi. Bu insanlar olumsuz durumlarda kendi rollerini asla sorgulamazlar. Kendilerine asla “Belki ben de bu soruna katkıda bulundum?” diye sormazlar.

İlişki geçmişlerine bakın: kötü ayrılmış işler, aniden kesilmiş dostluklar, patlamış aşk ilişkileri. Ve her defasında sorun karşı tarafta. Patron zorba, meslektaşlar kıskanç, arkadaşlar sahte, partnerler bencil. Elbette zor insanlarla karşılaşılabilir ama tüm başarısızlıkların ortak noktası sensen belki içe bakma zamanı gelmiştir.

Psikologlar içebakış yeteneğinden söz ederler, yani kendini dışardan gözlemleme, davranış kalıplarını tanıma, kör noktaları ve gelişim alanlarını belirleme becerisi. Bu meta yetenek büyürken birileri eylemlerimiz ve sonuçları üzerine düşünmeyi öğrettiyse kademeli gelişir. Bu yetenek olmadan insan aynı hataları sonsuza dek tekrar etmeye mahkumdur, her zaman çevresindeki düşman dünyanın suçlu olduğuna inanarak.

Duygular: Ya Tsunami Ya Sahra Çölü

Altıncı ve son işaret: duyguları dengeli şekilde yönetememe ve ifade edememe. Duygusal olarak evrimleşmiş bir insan şunu diyebilir: “O davranışın beni incitti çünkü görmezden gelinmiş hissettim”. Net, doğrudan, yapıcı. Geride kalmışsa iki uç arasında salınır.

Bir yanda volkanik patlamalar var: ani çığlıklar, histerik ağlamalar, kapı çarpışları, teatral sahneler. Her şey maksimuma çıkar, her duygu çevreye hemen boşaltılması gereken acil duruma dönüşür. Diğer yanda tamamen buz: günlerce cezalandırıcı sessizlik, sergilenen soğukluk, bıçakla kesilecek pasif agresiflik. Bu iki kutup arasında hiçlik: orta yol yok, modüle edilmiş sağlıklı duygusal ifade yok.

Modern psikolojinin derinlemesine incelediği duygu düzenleme ilkelerine göre sağlıklı duygu yönetimi bastırmak ya da başkalarının üzerine patlatmak değildir. Tanımak, isimlendirmek, kökenini anlamak ve iletmek için uygun yollar bulmaktır. Bu, yapan yetişkinleri gözlemleyerek, küçükken pratik yaparak, duygusal onay alarak öğrenilir. Bu malzemelere sahip olmayan çocuk modunda takılır: ya yıkıcı inat ya da sonsuz küskünlük.

Şimdi Bu Farkındalıkla Ne Yapacağız?

Bu makaleyi okurken tanıdığınız birini ya da daha kötüsü bu kalıplardan bazılarını kendinizde fark ettiyseniz ümitsizliğe kapılmayın. Her değişimin ilk adımı daima farkındalıktır. Duygusal olgunlaşamama DNA’ya yazılmış ömür boyu mahkumiyet değil: doğru zamanda geliştirilmemiş ama hala öğrenilebilecek beceriler dizisi.

Beynin nöroplastisitesi, yani değişme ve yeni bağlantılar kurma kapasitesi hayat boyu yanımızda. Elbette çocukken öğrenmek daha kolay ama yetişkin olarak imkansız değil. Kendini sorgulamak, gelişim alanlarının olduğunu kabul etmek, üzerinde kararlılıkla çalışmak gerekir. Onlarca yılda oluşmuş düğümleri çözmek tek başına yapılacak iş olmadığından belki profesyonel yardım istemek anlamına gelir.

Bu işaretleri ilişki içinde olduğunuz başka birinde görüyorsanız mesele daha hassaslaşır. Değişmek istemeyeni değiştiremezsiniz. Bir yetişkinin duygusal ebeveyni olamazsınız, kendi esenliğinizi onun eksiklerini doldurmak için feda edemezsiniz. Sorunu nazikçe gösterebilir, yol önerebilirsiniz ama sonra o kişinin duygusal büyüme yolculuğuna çıkıp çıkmamaya karar vermesi gerekir.

Bu arada sınırlarınızı koruyun. Duygusal olarak olgunlaşmamış insanlarla ilişki kurmak bitiricidir: patlamalarını yönetir, yansıtmalarına maruz kalır, orantısız tepkileri tetiklememek için yumurtanın üstünde yürürsünüz. Başkasının duygusal olgunluğunun sizin sorumluluğunuz olmadığını unutmayın. Empatik ve anlayışlı olabilirsiniz ama birinin yerine yaşayamazsınız.

Duygusal olgunluk ulaşıldı bitti bir hedef değildir. Daha çok sürekli büyüme yolculuğu, hepimizin üzerinde hareket ettiği bir yelpaze. Kimse mükemmel değil, özellikle stres altında hepimizin duygusal gerileme anları oluyor. Fark sıklık ve farkındalıkta: olgunlaşmamış davrandığımı fark ediyor muyum? Kendimi sorgulamaya açık mıyım? Gelişmek için aktif çalışıyor muyum?

Bu altı işaret ilişkilerde yol bulmak için bir harita, başkalarıyla ve kendimizle. Hangi dinamiğin işlevsiz olduğunu, ne zaman sürdürülemez bir şeye enerji yatırdığımızı, farklı seçimler yapma zamanının geldiğini anlamamıza yardım eder. Çünkü sonuçta duygusal olarak olgun insanlarla çevrelenmek ve kendi duygusal olgunluğumuz üzerinde çalışmak lüks değildir: tatmin edici ilişkisel yaşamın ve kalıcı psikolojik esenliğin temelidir.

Asıl soru böyle insanlar tanıyor muyuz değil, bu farkındalıkla ne yapacağız? Görmezden gelip zehirli dinamiklere katlanmaya devam mı edeceğiz, yoksa daha sağlıklı ve otantik ilişkiler kurmak için pusula olarak mı kullanacağız? Seçim neyse ki elimizde.

Yorum yapın