Psikolojiye göre bazı ebeveynler neden çocuklarının başarılarını kutlamaz?

Sınıfın en yüksek notuyla eve geliyorsun. Haftalar boyunca canını dişine takıp çalıştın, sonunda başardın. Kapıyı açıyorsun, içinden bir kutlama, belki bir sarılma, hatta küçük bir pizza partisi bile geçiyor. Ama ne oluyor? “Tamam, güzel. Devam et böyle.” Hepsi bu. Ne bir “seninle gurur duyuyorum”, ne bir sevinç gösterisi. Çocukluk döneminde ebeveyn onayı alamayan milyonlarca insan var ve bu durum psikolojik gelişimi derinden etkileyen bir sorun. Başarılarını kutlamayan ebeveynler fenomeni aslında jenerasyonlar arası aktarılan karmaşık psikolojik mekanizmaların sonucu.

Bu deneyim kulağa tanıdık geliyorsa, yalnız değilsin. Pek çok insan, sanki kutlama yapmaya alerjisi varmış gibi davranan ebeveynlerle büyüyor. Ne kadar uğraşırsan uğraş, kazandığın maç, aldığın ödül, işteki terfi… her şey sessizlikle ya da en iyi ihtimalle ılık bir “tamam”la karşılanıyor. Peki neden böyle oluyor? Cevap düşündüğünden çok daha karmaşık ve kuşaklar arası aktarılan duygusal kalıpların derinliklerinde yatıyor.

Sessiz Ebeveynin Sırrı: Nereden Geliyor Bu Tutum?

İşin özü şu: birçok ebeveyn çocuklarının başarılarını nasıl kutlayacağını gerçekten bilmiyor. Neden mi? Çünkü kendileri hiç kutlanmamış. Albert Bandura’nın sosyal öğrenme teorisi bize insanların özellikle çocukluk döneminde başkalarını gözlemleyerek öğrendiğini açıklıyor. Eğer küçükken kimse sana “vay be, ne harika!” demediyse, yetişkin olduğunda bu ifade duygusal kelime dağarcığında yok demektir.

Yabancı bir dili hiç duymadan öğrenmeye çalışmak gibi. İmkansız, değil mi? İşte iltifatlar da böyle işliyor. Sevginin kıt kaynakmış gibi kullanıldığı bir evde büyürsen, yetişkin olduğunda onu nasıl ifade edeceğini bilemezsin. Bu kötü niyet değil, saf duygusal bilgisizlik. Ebeveynlerin seni sevip sevmediği mi? Muhtemelen evet, delicesine seviyorlar. Ama göstermek? O bambaşka bir hikaye.

1960’larda bağlanma teorisini geliştiren psikolog John Bowlby, ebeveynlerimizle kurduğumuz duygusal bağın bir tür zihinsel kalıp haline geldiğini kanıtladı. Bu kalıbı sonra çocuklarımızla olan ilişki dahil tüm gelecekteki ilişkilerde kullanıyoruz. Annen buzul kadar soğuksa, sen de içten içe öyle olmak istemesen bile sıcakkanlı olmakta zorlanabilirsin.

“Başı Döner” Korkusu: Kutlama Neden Tehlikeli Sayılıyor?

Bir de şu saçma konu var: çocuklara iltifat etmenin onları egoist canavarlara dönüştüreceği korkusu. “Çok övürsem şımartırım”, “Başının dönmesini istemem”, “Alçakgönüllülük erdemdir.” Bu cümleler tanıdık geliyor mu? Bahse girerim geliyor.

Özellikle eski nesillerde Türk kültüründe alçakgönüllülüğün her şey olduğu fikri var. Bakın, alçakgönüllülük muhteşem bir değer, elbette. Sorun, bunun hiçbir zaman takdir göstermemek için bahane olarak kullanılmasında. “Seni beslemiyorum çünkü şişmanlamanı istemiyorum” demek gibi bir şey bu. Saçma, değil mi?

Stanford’da öğretim üyesi olan ve motivasyon psikolojisinde devrim yaratan Carol Dweck’in araştırmaları tam tersini söylüyor. 2006’da yayımladığı çalışmada, doğru iltifatların çocukları망 şımartmadığını, aksine gelişim odaklı bir zihin yapısı geliştirmelerine yardımcı olduğunu gösterdi. Sır nerede? Sadece sonucu değil, çabayı övmekte. “Çok çalıştın” demek, “Sen bir dahisin” demekten çok daha işlevsel. Ama korku yüzünden hiç iltifat etmezsen? O zaman yanlış anlaşılmış bir erdem adına çocuğuna zarar veriyorsun.

Hiç Kutlanmayan Çocuğa Ne Olur?

Şimdi can alıcı noktaya geliyoruz. Hiç “aferin” duymadan büyümek bir çocuğa ne yapar? Eddie Brummelman ve ekibinin 2014’te Journal of Personality and Social Psychology’de yayımladığı meta-analiz onlarca çalışmayı inceledi ve sonuçlar gün gibi açık: ebeveyn desteği öz saygı gelişimi için kritik. Bu olmadan çocuk yıkıcı sonuçlara varıyor:

  • Başarılarımın değeri yok: Anne baba umursamıyorsa, ben neden umursayayım? Çocuk kendi başarılarında değer görmeyi bırakıyor.
  • Sevilmek için daha fazlasını yapmalıyım: Toksik mükemmeliyetçilik doğuyor. Ne kadar iyi yapsan da asla yeterli değil. Tükenmişlik garantili.
  • Mutlu olmak yanlış: Sevinçini bile paylaşamıyorsan, pozitif duyguları saklamayı öğreniyorsun. Sonuç? Hiçbir şeyden keyif almayı bilmeyen yetişkinler.
  • Herkesin onayına ihtiyacım var: Evden onay alamayınca her yerde arıyorsun. Başkalarını memnun etmek için kendini kaybeden biri oluyorsun.
  • Yeterince değerli değilim: Bu son darbe. Kafanda ne yaparsan yap “yetersizsin” diyen bir ses sürekli çalıyor.

Kılınç ve Gökçakan’ın 2018’de Türk Psikoloji Dergisi’nde yayımladığı çalışma, ebeveyn onayı eksikliğini utanç ve suçluluk duygusuyla ilişkilendiriyor. Çocuk kendisiyle gurur duymanın neredeyse kötü bir şeymiş gibi düşünmeye başlıyor.

Kısır Döngü: Nesilden Nesile Nasıl Aktarılıyor?

İşte asıl ilginç kısım: bu şema tekrar ediyor. Bağlanma teorisi, çocukluk dönemindeki ilişki modellerinin zihinsel bir otopilot gibi çalıştığını açıklıyor. Mary Ainsworth ve John Bowlby binlerce aileyi inceleyerek duygusal dinamiklerin genellikle farkında olmadan otomatik olarak aktarıldığını keşfetti.

Yani hiç övülmeyen çocuk, övmeyi bilmeyen ebeveyn oluyor. İstese bile, belki denese bile kelimeler boğazında düğümleniyor. “Aferin” sahte geliyor, “Seninle gurur duyuyorum” abartılı. Ve böylece sessizlik, bir aile laneti gibi nesilden nesile tekrarlanıyor.

Çocukken başarıların kutlanır mıydı?
Her zaman
Nadiren
Sessizlik olurdu
Hatalarım daha çok konuşulurdu

Bazı ebeveynler bunu fark edip daha iyisini yapmaya çalışıyor. Ama takip edecek bir model olmadan uçlara gidiyorlar: ya her saçmalığı övüyorlar (ki bu da aynı derecede zararlı), ya da “en azından bunu yapmasını biliyorum” diyerek sessizliğe devam ediyorlar. Hiç kimse öğretmediğinde doğru dengeyi bulmak, hiç mutfak görmeden yemek yapmaya çalışmak gibi.

Doğru Kutlama Yöntemi (Canavar Yaratmadan)

Peki bu döngü nasıl kırılır? İyi haber: yetişkinken bile öğrenilebilir. Carol Dweck’in araştırmasına ve gelişim psikolojisi ilkelerine dayanan somut stratejiler:

Kişiyi değil, süreci öv. “Çok başarılısın!” yerine “Ne kadar çabalayan odığını gördüm, zordu mutlaka” demeyi dene. Bu, başarının sihirli doğuştan gelen bir yetenekten değil çabadan geldiğini öğretiyor. Zihniyet değişimi inanılmaz.

Soru sor. “Nasıl yaptın?” “Neler hissettin?” Kuru bir “Aferin” yerine konuşma aç. Böylece çocuk kendi başarılarını düşünüp içselleştiriyor. Bonus: sen gerçekten onun dünyasına giriyorsun.

Spesifik ol. “Harikasın” hiçbir şey söylemiyor. “O zor problemi çözerken pes etmediğinde ne kadar kararlı olduğunu gördüm” her şeyi söylüyor. Çocuklar neyi iyi yaptıklarını anlıyor ve tekrarlayabiliyorlar.

Duygularını paylaş. “Seninle gurur duyuyorum” (ve “Beni gururlandırdın” değil). İnce görünüyor ama her şeyi değiştiriyor. Başarı onun, senin değil. Sen sadece onun için mutlusun, onu egonun uzantısı yapmıyorsun.

Küçük şeyleri de kutla. Sadece mükemmel not ya da altın madalya değil. “Bugün kardeşinin ödevinde yardım ettin, çok kibardı” da sayılıyor. Böylece kişisel değerin sadece büyük başarılara bağlı olmadığı bir ortam yaratıyorsun.

Kendi Yaralarınla Yüzleşmek: En Zor İş

Çocuğunun başarılarını kutlamakta zorlanan bir ebeveynsen, bir dur. Kendine sor: benim hiç kutlanmayan başarılarım neler? Kazandığın o maç, mükemmel karne, inanılmaz bir şey yaptığın ama kimsenin fark etmediği an?

Bunları düşünmek acıtıyor, biliyorum. Ama bu yaraları tanımak onları aktarmamak için ilk adım. Ebeveynlerin muhtemelen bunu yapamıyordu çünkü kimse onlara öğretmemişti. Ama sen bu zinciri kırabilirsin. “Benden sonra bitecek” diyebilirsin.

Bazı ebeveynler terapiye gidiyor. Bazıları kitap okuyor, kurs takip ediyor, araştırıyor. Bazıları da bilinçli olarak adım adım değişmeye karar veriyor. Mükemmel olmak zorunda değilsin. “Aferin” demeyi unutabilir, yorgunken sadece “Mmh” diye mırıldanabilirsin. Önemli olan genel niyet ve çocuğunun “Seni görüyorum, değerlisin, buradayım” demeni duyma ihtiyacının farkında olmak.

Uzun Vadeli Etkiler: Sevinmeyi Bilmeyen Yetişkinler

Sık gözden kaçırılan şu: bu şema çocuklukla bitmiyor. Küçükken hiç övülmeyen yetişkinler genellikle kendi başarılarını da kutlayamıyor. Terfi alıyorlar “Şans işte” diye düşünüyorlar. Muhteşem bir projeyi bitiriyorlar, hemen neyin yanlış gittiğine odaklanıyorlar. Zaferlerin tadını çıkarmayı bilmiyorlar.

İlişkilerde mi? Daha da kötü. “Seni seviyorum”, “Seninle gurur duyuyorum”, “Benim için önemlisin” demeyi zor buluyorlar. Neden? Çünkü bu cümleler duygusal çantalarında yok. Yılmaz’ın 2020’de Türk Psikoloji Dergisi’nde yayımladığı çalışma, erken dönem ebeveynlik dinamiklerinin yetişkin ilişkilerini nasıl etkilediğini ve sık sık duygusal ifade zorluğu yarattığını vurguluyor.

Döngü devam ediyor: sessiz çocuklardan sessiz ebeveynlere, ta ki biri “Yeter!” diye bağırana kadar.

Yeni Bir Aile Geleneği Yaratmak

Kutlamak her seferinde parti organize etmek demek değil. Bazen bir gülümseme, omza bir dokunuş, “Anlat bakalım, nasıl geçti?” demek. Bazen çocuğunu en sevdiği yemeğe götürmek ya da sadece ona on dakika tam dikkat ayırıp gözlerinin içine bakarak “Senin için gerçekten mutluyum” demek.

Türkiye’de pazar aile yemeği diye güzel bir geleneğimiz var. İşte o, haftanın başarılarının paylaşıldığı ana dönüşebilir. Övünmek için değil, “Bak neler yaptık, hepimiz gururluyuz” demek için. Böylece çocuklarının sonsuza dek taşıyacağı pozitif bir ritüel yaratıyorsun.

Unutma: övmek şımartmak demek değil. Görmek demek. “Varsın, önemlisin, büyüdüğünü görüyorum ve senin için buradayım” demek. Her çocuğun ihtiyacı olan bu. Ve o çocuk yetişkin olduğunda geriye dönüp “Ailem beni hep gördü, hep destekledi” diye düşünecek. Bundan daha değerli miras olmaz. Belki senin öyle ebeveynlerin olmadı. Belki başarıların yankısız kaldı. Ama çocuklarının farklı bir şeye sahip olabilir. Bu sessizlik zinciri seninle bitebilir. Ve dürüst olmak gerekirse, bu elde edebileceğin en büyük başarı: nesiller arası döngüyü kırıp çocuklarına sana eksik kalanı vermek. Mükemmel olmak gerekmiyor. Sadece denemek gerekiyor, her gün biraz, her iltifatta biraz. Gerisi kendiliğinden gelecek.

Yorum yapın